Alamet... Kıyamet... Selamet... Ukrayna
SUAT TAŞPINAR yazıyor: Ukrayna’da bu noktaya neden ve nasıl geldik? Buradan nereye varabiliriz? Kim haklı-kim haksız? Çıkabilecek “en makul” değilse de “en olası” çözüm ne olabilir? Moskova'daki liderler zirvesi, mecburi ateşkes için bir ışık yaktı. Neler yaşandığına bir bakıp, neler yaşanabileceğini tahmin etmeye çalışalım:
Savaş son günlerde kızıştı. Rusya destekli ayrılıkçılar ilerliyor, Kiev ordusu mevzi kaybediyor. Putin’in kapalı kapılar arkasında söylediği iddia edilen “İstesek iki üç günde Kiev’e varırız” sözü akla geliyor... Bu ilerleyişle Ukrayna’ya, “Haddinizi bilin. Savaşarak bu sorunu halletmeye gücünüz yetmez, masaya oturmaya mecbursunuz” mesajı veriliyor...
Poroşenko’ya, “Doğu’ya otonomi verip federasyon modeline razı ol; yoksa çaresiz mağlubiyetlerle, sen de yakında yeni bir Maydan ayaklanmasıyla geldiğin gibi gidersin” diye gözdağı veriliyor...
Almanya ve Fransa, Doğu Ukrayna’nın artık bir “bölgesel çatışma” değil, Avrupa’yı yakabilecek ateş topuna dönüşebileceğini görüyor. Hele de ABD son hamleyle Kiev’e “öldürücü” silahlar verirse, “topyekün savaş”ın fitilinin ateşlenebileceğini anlıyor... İş o noktaya gelmeden can havliyle arabuluculuk yapıyor...
Merkel, her ne kadar “Putin beni kandırdı, sözlerinde durmadı” diye öfkeliyse de, kayıtsız şartsız ABD’nin eşeğine binip Obama’nın türküsünü söylemenin özellikle ekonomik olarak Almanya’ya kabaran faturasının farkında. Bu çukurdan yine "onurlu" bir çıkış arıyor...
“Dolar sistemi” ile dünyanın dizginlerini tutmakta kararlı olan ABD, fırsat eline geçmişken “biti kanlanan” Rusya’nın belini kırmakta kararlı ve tırmanan gerilimi uzaktan ellerini ovuşturarak seyreden sadece onlar... Ama iş kontrolden çıkarsa kimin nerede neyin düğmesine basabileceğini onlar da hesaba katmak zorunda. Elleri sağlam gibi görünse de, yaptıkları aslında ip üstünde cambazlık... Bıçağın iki tarafının da keskin olduğunu er ya da geç anlayacaklar.
Ukrayna günden güne eriyor... İflasın eşiğinde... Ele güne muhtaç... Doğu Ukrayna harabe. Silahlar bugün sussa çöken altyapıyı eski haline getirmek, kimin nasıl ödeyeceği belli olmayan korkunç bir fatura demek... Milliyetçi duyguları körükleyerek iktidara gelmek mümkün; ama her cephede kaybederek orada kalmak imkansız. Kiev’de iktidarı darbeyle ele geçirenlerin darbe kabusları görmeye başlayacağı günler yakın...
Rusya da karanlık bir tünele girdi; bu yoldan “onurlu” bir dönüş yapılamazsa, amok koşusunda soluğu kesilebilir... Ekonomik gidişat kötü. Krizin etkileri derinleştikçe, halkın siyasi iradeye desteği azalacak ve kaotik bir ortamın şartları oluşacak... Bu büyük ülke bu kaderi hak etmiyor. Her ne kadar son olaylarda, “imha operasyonu için bataklığa çekilme” tuzağına düşürülmüş olsa da... Ukrayna’da Batı destekli darbeye başka türlü tepki vermesi zor olsa da...
Sonuçta bölgemiz –şimdilik ABD hariç-, aslında kimsenin çıkarına olmayan bir savaşın alevlerinde yanmakta. Herkesin işi kötüye gidiyor. Herkesin eli zayıflıyor. Herkes ateşin yalazını ensesinde hissediyor. Alevlerin tüm evi sarma ihtimali yüksek. Tarihte “kazananın da kaybeden kadar zarar gördüğü” savaşlar için kullanılan Pirus zaferi, herkesin önünde. Böyle bir zaferin kimseye faydası yok. Zaten kimse için zafer ihtimali de yok. ABD zafer hesabını yapıyor olabilir. Çünkü onların “dolar imparatorluğunu” ayakta tutmak için belki de başka seçenekleri yok; Rusya’yı ayağa kaldırmamak için tüm riskleri göze almaya mecburlar.
Peki çözüm?
NATO Rusya sınırına dayanma emelinden vazgeçmedikçe nihai çözüm yok. Ama bir yerde silahların susması, çözüm değilse de “dondurulmuş bir sorunla yaşama” mecburiyeti bu meselede ehven-i şer gibi görünüyor. Eğer pazar günü dörtlü liderler zirvesinde Minsk ateşkes anlaşması temelinde bir uzlaşma olursa ve daha da önemlisi hayata geçirilebilirse...
Rusçada bir söz var; “Daha iyi, iyinin düşmanıdır” diyorlar. Elde “iyi” yok. “Daha kötü”ye mecbur kalmamak için “kötü”ye fit olunması gereken bir durumdayız.
Peki “kötü”ye razı olmamızı gerektirecek ne var?
Ukrayna’da “hırsız” bile olsa, adil seçimde halkın oyuyla iktidara gelen bir başkanı yargılamadan, “darbe” ile devirenlere açıkça destek veren ABD cephesinin, Rusya’nın –en azından Putin’in- kendi güvenliği ile endişelenmesinde “haklı neden” olduğunu kabul etmeliyiz...
O dönem Ukrayna’ya acil ihtiyacı olan 5-10 milyar doları vermeyip işbirliği anlaşmasını imzalatamayan, bugün olanlara zemin hazırlayan, Yanukoviç dönüp bu paranın kat be kat fazlasını Rusya’dan alınca da “Ukrayna elden gidiyor” diye korkup darbeyi destekleyen AB’nin günahını kabul etmeliyiz...
Doğu Ukrayna’daki ayrılıkçılar üzerindeki gücünü, şu an yaşadığımız insani felaket boyutuna gelinmeden kullanmayan, son 15 yıldır ekonomik ve siyasi istikrarını, zenginliğini “ülkeyi radikal reformlarla daha iyiye dönüştürmek” için seferber edeceğine, dünyada yeniden “yayılmacı politikalarla süper güç olmaya azmetmiş bir ülke” kanaati yaratan Rusya’nın günahlarını da kabul etmeliyiz...
Tüm bunları alt alta yazınca, işin matematiği “herkesin günahı var, herkes bir yerde uzlaşmaya mecbur” diyor.
“Çözülmüş” bir Doğu Ukrayna problemi çok ama çok zor; “dondurulmuş” bir sorunla yaşamaya hazır olmalıyız... Tıpkı Kıbrıs, Abhazya, Transdinyeper sorunları gibi...
Son diplomatik ataktan beklenen “ehven-i şer” çözüm galiba bu.
Montesquieu, “Dünya cennet değil; hiç bir zaman da olmayacak” demişti. Onu bilirdik de, “cehennem olsun” diye uğraşmaktan vazgeçmiyoruz ki...
7.2.2015
Реклама