Реклама
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
YAZARLAR

Funtik'in bıraktığı hayat dersleri...

KAAN AKOBA yazıyor:  "Funtik, bu kim?", "Kızım abi."  "Kızın mı !... Ne kızı, daha sen kaç yaşındasın ki bir de kızın olsun?"  "On sekiz." "Gerçekten de o kadar var mısın, peki ya kızın?" "O, temmuz'da üç yaşına girecek...." Ama ne yazık ki Funtik, kızının üç yaşına girdiğini, ne o temmuzda görebildi, ne de başka bir temmuzda görebilecek. 

Funtik aslında bir daha, ormandaki kuşların sesini de duyamayacak, Volga'yı saran buzların, bahar geldiğinde çatırdayarak çözüldüğünü de. 

Ne şehrin elektrik santralindeki motorların gürültüsü artık kulaklarını sağır edecek, ne de evlerinin üstünden alçarak  şehrin güneyindeki havaalanına inen Moskova uçağı hergün uykularını bölecek.

Çünkü, o artık sonsuza kadar hiç bir şekilde bölünmeyecek derin bir uykuya daldı.         

Arkamızdaki koruluğun hemen yanında bir "prud" vardır, (isterseniz gölcük diyelim biz ona, yani göl bile denemeyecek kadar ufak, ama su birikintisinden de biraz büyükçe bir şey) bazı yıllar çok sıcak geçince yazın sonuna doğru kurudu kuruyacak gibi olurken, bazı yıllarda da eğer yaz yağmurlu geçmişse, biraz daha yükselir  ve yakın çevresindeki bazı ağaçları da yutacak gibi olur.

Geçen yıl yazın ilk günlerinden birinde, işte o gölcükte arkadaşlarıyla hep beraber önce balık tutmuş, ardından da ateşte kızartıp vodkalarına meze yapmışlar. Güle oynaya uzun yaz gününün keyfini sonuna kadar çıkardıktan sonra da, günboyu güneşte kızaran vücutlarını serinletmek için ağaç dallarına bağladıkları ve ucuna da lastik geçirdikleri salıncaklarda sallana sallana suya atlamışlar...

Hani su dediysem demin de söylediğim gibi aslında, kuru bir çaydan sadece biraz daha 'nemli' bir derenin kahverengi sularının toplandığı bir çukur, dibi balçıkla kaplı bir su birikintisi.

Ancak ertesi gün, özel balıkadam kıyafetli görevliler, dibe saplanıp kalmış gövdesini su yüzüne çıkartabildiler.

Ben de işte tam o günlerde, güneyde kıymetini çok bildiğimizden olsa gerek, her bir parçasını yabancılara beş yıldızlı oteller diksinler diye verdiğimiz kıyılarımızdan birinde, ancak her nasılsa bu yalan talandan 'payını al(a)mamış' bir koyun masmavi sularında kulaç atmakla meşguldüm.

Rusya'ya döndüğümde bir de baktım ki tabr (çingene yurtluğu), yası çoktan bitirmiş, okeye dönüyor. 

''Her ölenin ardından iki günden fazla üzülecek olsak, biz Çingenelere bu dünyada yaşamak haram olur'' 

dediler, Funtik'i gömüp, bir Çingene kızı için düğün hazırlığı yaptıklarına şaşırdığımı görünce.

Oğlum sen on beş yaşında mı baba oldun?

Ömür zaten kısa,
  Çingeneye yetmiş iki milletin,
     Yemesinden, içmesinden,      
         Artık ne arta kalırsa....

Biz hep insanlardan arta kalanlarla yaşamaya çalışmıyor muyuz? 

Kullanıp eskittikleri kıyafetlerini bizlere vermezler mi, çöplerinden camlar, plastikler toplamaz mıyız, kiliseye bağış yaptıktan sonra, kıyıp da ancak kalan üç beş kuruşu bize verirler, yani sevaplarından bile ancak artanlar bize kalmaz mı?

anlamında bir şeyler söyleyince ben de,

Helal olsun be Funtik, ben kırklı yaşlarımın ortasında hala doğru 'insan-yer-zaman' denklemini çözmenin peşinde nafile çabalarken, sen yakında kısmetse dede de olursun hayırlısıyla.

Eh ! Kısmetse on, bilemedin on iki seneye o da olur, neden olmasın?

Bazı insanlar vardır ki, sanki doğarken kulaklarına, kısa bir hayatlarının olacağı üflenmiştir de, ne kimseye söyleyebilirler ne de bu kaderi değiştirmek için ellerinden bir şey gelir, hayatlarının temposunu arttırıp, gaza sonuna kadar basmak dışında.

Funtik de, sanırım o insanlardandı. İnanın bana, gerçek ismini hala bilmiyorum, sormaya da gerek bile görmedim. Başındaki tahta haç da, üzerinden bir yıl geçmesine rağmen hala bir mezar taşına dönüşmediğinden, Funtik diye anıldığı tek alemin yeryüzü olmayabileceğini de düşünmüyor değilim.

Ne zaman görse koşar yanıma gelir, siğil dolu ellerini uzatarak ellerimi sıkardı. Malum, Rusya'da elleri sıkışın, bir saygı ifadesi kabul edildiği, ne kadar sıkı tokalaşırsa, o kadar saygı duyduğunu gösterdiğini bir yabancı olarak bilip bilmediğimi anlamak için, her seferinde gözlerime bakardı.

Sonra başlardı tabr ile ilgili son olayları anlatmaya. İlk hızı geçip de söylediklerini tekrarlamaya başladığında ben de, 'günlük harcırah'ını verip vedalaşmak için cümlesinin sonunu getirmesini beklerdim.

Al, al. Seni alemci seni, oğlum ne çok içiyorsun şu vodkayı? Bir de seni Volga kıyısında gene bir Rus hatunla görmüşler, ayıp değil mi, evli barklı, çoluk çocuklu adama hiç yakışır mı?

Yüzünde gülücükler oluşur, yanında birileri varsa bir anda boyu uzar, yan gözle etrafı kesmeye başlardı. Sağa sola sallanışlarında gözleri, ''Ne yapalım yani, hayatın tadını çıkarmayalım mı?'' ile ''Abi nasıl da her seferinde beni utandırmadan para vermenin bir yolunu buluyorsun?'' arasında gider gelirdi.

Çingene diye düzenli bir işe almıyorlar, ama hadi diyelim alsalar bile, ya nasılsa kaçak çalışıyor diye parasını tam ödemiyorlar ya da o, ''Bu iş hiç de bana göre değilmiş'' deyip sıkılıp üç gün sonra işten ayrılıyordu. Böyle olunca da eve, çocuğuna düzenli para götüremiyordu. 

Pazardaki Azeri dostlardan rica etmiştim, akşam vakti giderse, dostlar alışverişte görsünler diye bir kaç boş kasayı taşıtıyorlar, sonra da yarı sağlam yarı ezik bir şeyleri poşete koyup veriyorlardı da eve elleri, en azından boş gitmiyordu.

İşte bizim Funtik böyle biriydi. Hayatın en dibinde yaşarken, tabi ona da yaşamak denirse, saplandığı bataklıktan kurtulamamış, zaten en başından bildiği kaderine razı olmuş, boyun eğmişti ama sadece kaderine, insanlara değil. 

Gönlünce, bildiğince yaşamış, insanların onu ezmesine izin vermemiş ancak sonucu değiştirememişti çünkü, onlar kaderin önünde mücadeleye, üç sıfır mağlup başlıyorlardı.

Geçen gün, üç yaşında bir çocuğu, mezarlığın kasvetli havasına sokmaktansa, akşamüstü bahçede balonlarla ve pastalarla doğum gününü kutlayıp bir parça da olsa, mutlu etmeye çalıştım.

Sanırım Funtik'in de bana uzaklardan bir şeyler söyleyebilecek şansı olsaydı, '' Bırakın çocuğu peşinizden mezarlığa sürüklemeyin. Fazladan bir dilim daha pasta yiyip, topun peşinden koşturup dursun, henüz bu fırsatı varken....'' derdi.

akoba66@yahoo.com

11.7.2012

Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
İLGİLİ HABERLER
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
Türkrus reklam
Реклама
ANKET
Hayatınız ve işiniz için 2023'e kıyasla genel 2024 beklentiniz nedir?



©Copyright Turkrus.com - All Rights Reserved
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама
Türkiye-Rusya haber sitesi
Реклама